“SAĞLIK: DEVLETİN EN TEMEL GÖREVİ,TOPLUMUN EN HAYATİ DEĞERİ”
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
Sağlığın önemini en iyi anlatan sözlerden biridir bu. Gerçekten de sağlığımız her şeyimizdir. O olmadan yaşamamızın, hayattan zevk almamızın, toplum olmamızın, huzurlu bir hayat sürmemizin mümkün olmadığı açıktır.
İşte bu yüzden, sağlık hizmetleri devletin en temel görevleri arasında yer alır ve bu görev Anayasamızda da açıkça belirtilmiştir.
Peki, toplum olarak sağlığımıza yeterince önem verebiliyor muyuz? Ne yazık ki “evet” demek olanaksız. Devlet bu asli görevini, tıpkı eğitim ve güvenlik gibi, birilerine devretmiş, adeta havale etmiş görünmektedir.
Artık sağlık da, eğitim ve güvenlik gibi ülkede bazı çevreler için bir “gelir kapısı”na dönüşmüştür. Parası olan tedavi olabiliyor; parası olmayan ise devlet hastanelerinde randevu almak, tahlil ve tetkiklerde sıra beklemek zorunda kalıyor. Üstelik bu süre günleri, haftaları, hatta ayları bulabiliyor. Elbette hasta bu süreçte hayatta kalmayı başarabilirse…
Özel hastaneler, ilk yıllarında güzel bir düşünce ve uygulamaydı. Ancak zamanla dejenere oldular, rant kapısı haline geldiler ve maalesef bu şekilde devam etmekteler.
Bugün geldiğimiz
noktada sağlık, eğitim ve güvenlik; devletin asli görevleri olmaktan çıkarılmış, müşteri-tacir ilişkisine dönüştürülmüştür.
Bu alanlara atanan bakanlar dahi, söz konusu sektörlerin adeta ticari lokomotifi durumundalar. Milli Eğitim Bakanı’nın özel okulları, Sağlık Bakanı’nın özel hastaneleri, Turizm Bakanı’nın özel otelleri olması gibi örnekler, bu durumu gözler önüne sermektedir.
Geçtiğimiz günlerde özel bir hastanede doktor olarak görev yapan bir profesör, hastaneye telefonla ulaştığında “Sizi müşteri hizmetlerine bağlıyoruz” yanıtını aldığında şaşkınlığını gizleyememiş. Düşünebiliyor musunuz, hastanelerde “müşteri hizmetleri” bölümü var artık. Açıkça ifade etmek gerekirse, sağlık sistemi akçeli işlere dönüşmüştür.
Parayı verirsen tedavi oluyorsun, veremezsen başının çaresine bakıyorsun…
Şehir hastaneleri de benzer şekilde ikili bir yönetimle işletiliyor: Bir tarafta Sağlık Bakanlığı’nın doktorları ve hemşireleri; diğer tarafta özel sektöre ait görüntüleme, temizlik, yemek gibi pansiyon hizmetleri.
Elbette 80 milyonluk bir ülkede bazı sorunlar olabilir, ancak unutulmamalıdır ki sağlık, şakaya gelmeyecek kadar ciddi bir meseledir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında açılan millet hastaneleri, dispanserler, verem hastaneleri ve en önemlisi “koruyucu hekimlik” uygulamalarıyla sağlık hizmetleri toplumun her kesimine ulaştırılmaya çalışılmıştı. Bu kapsamda Hıfzıssıhha Enstitüsü kurulmuş, burada aşı laboratuvarları oluşturulmuş, binlerce insan hastalıklara yakalanmadan önce aşılanarak korunmuştu.
Maalesef, Hıfzıssıhha Kurumu kapatıldı, aşı merkezlerimiz yok edildi. Bunun bedelini ise yakın zamanda yaşadığımız pandemi sürecinde ağır şekilde ödedik.
Avrupa ülkelerinde denendikten sonra terk edilen şehir hastaneleri modelini bizler, şehir merkezlerinden uzak yerlere devasa yapılar inşa ederek hayata geçirdik.
Oysa şehir merkezlerine daha erişilebilir “butik hastaneler” kurulsa çok daha verimli olabilirdi. Nitekim bugünlerde bu görüş daha fazla dillendirilmeye başlandı.
Sağlık sektörü, ancak ve ancak doktoru, hemşiresi, hasta bakıcısıyla birlikte emek veren sağlık personeliyle anlam kazanır.
Fakat ne yazık ki yıllar boyunca emekle yetiştirdiğimiz doktorlar ve sağlık çalışanları, bugün bir bir ülkemizi terk etmektedir. Buna çözüm bulmak, her şeyden önce devletin en elzem görevlerinden biri olmalıdır.
Sağlıklı bir toplum, ancak sağlıklı bireylerle mümkün olabilir.
Gençleri sağlıklı
yetiştirmek için spor, dengeli beslenme ve koruyucu sağlık önlemleri büyük önem taşımaktadır.
Geçtiğimiz günlerde İskenderun’da iki askerimizin, susuz kalmaları nedeniyle çoklu organ yetmezliğinden dolayı şehit düşmesi, 21. yüzyılda ve Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken yaşanmaması gereken bir acıydı.
Ne yazık ki eğitimde ve güvenlikte olduğu gibi, sağlıkta da durumumuz iç açıcı değildir.
Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen sağlık alanında büyük özveriyle çalışan doktorlarımızı ve sağlık personelimizi takdir etmemek elde değil. Pandemi döneminde fedakârlıkla verdikleri hizmetlere bizzat tanıklık ettik.
O dönemde “Haklarınız ödenmez” dedik, ancak gerçekten ödemedik.
Aile hekimlerinin durumları da iç açıcı değildir. Aile hekimleri sağlık bakanlığının siyasi baskısı altındadır.
Hizmet verdikleri binaların birçoğu sağlık hizmetine uygun olmaktan uzaktır.
Devlet, Anayasa ile yükümlü olduğu görevini yerine getirerek, sağlık alanında bir an önce gerekli adımları atmalı, önlemler almalıdır.
Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın şu sözü akıllardadır:
“Bizi vicdanlarımızla cüzdanlarımız arasına mahkûm etmeyin.”
Bu söz, sağlık çalışanları için de geçerlidir. Onları vicdanlarıyla cüzdanları arasında bırakmayalım.
Dünyadaki çağdaş standartlar neyse, bizim doktorlarımıza ve sağlık personelimize de bu olanaklar sağlanmalıdır.
Askerliğini yedek subay ve yaver olarak yapmış biri olarak, ayrıca şu öneride de bulunmak isterim: Askerî hastaneler yeniden açılmalı ve başlarına askerî doktorlar atanmalıdır. Türk milleti, devasa ordusuna sağlık alanında da gereken önemi göstermek zorundadır. Aksi halde hafif yaralanmalar, sıcak çarpmaları, susuz kalma gibi nedenlerle şehitler vermeye devam ederiz.
Sağlık, eğitim ve güvenliğin önemini millet olarak biliyoruz.
Bu alanlarda gerekli önlemlerin alınması, milletimizin geleceği açısından hayati önemdedir.
Bu vesileyle, bugüne kadar ülke sağlığına katkı sunmuş, artık aramızda olmayan tüm sağlık çalışanlarına rahmet; halen görevde olanlara sağlık, mutluluk ve esenlikler diliyorum.
İyi ki varlar, var olmaya da devam etsinler.
0 Yorum