ÇUKUROVA’DA MUTSUZLUK VE KARAMSARLIK
Çukurova’yı bu yıl mutsuz, umutsuz ve karamsar gördüm.
Çukurova’yı bu yıl, başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, mutsuz, umutsuz ve karamsar gördüm.
Geçen yıl bu günlerde yine buradaydım. Bazı içkili mekanların önünde “Rakını da al gel, hizmet bizden” yazılarını görmüştüm. Bu yıl ne o yazılar var ne de o mekanlar; hepsi kapanmış.
Erdemli–Tömük arası sahil yolunda sabah akşam yüzlerce insan yürüyüş yapıyor.
Kimi spor amaçlı, kimi ise denizin serin havasından faydalanmak için bu yolu kullanıyor.
Yolun bazı kesimlerinde sahil boyunca köylülerin kendi ürettikleri sebze ve meyveleri sattıkları küçük tezgahlar bulunuyor. Bunların yanında gençlere yönelik takı, terlik, havlu, pijama gibi ürünlerin satıldığı sergiler de mevcut.
Bizim yaş grubumuzdakiler, yani 65 yaş üzerindekiler, yol kenarındaki banklarda oturuyor. Arada sırada bazı evlerin önünde demlenen orta yaşlılara da rastlıyorsunuz.
Genç öğrenciler ise rengarenk giyinerek, 2–3 kilometrelik yol boyunca adeta kur yapar gibi volta atıyorlar.
Sahil yolunda güzel bir uygulama olarak bisiklet yolu yapılmış. Buradan yalnızca bisikletler, üç-dört kişilik elektrikli araçlar ve kaykaylar faydalanıyor.
Kurallara uyuluyor, gençler ve çocuklar oldukça özgür.
Cumartesi ve pazar günleri ise bu sahil oldukça kalabalıklaşıyor.
Sahilde neredeyse herkesin elinde naylon poşetler var; içinde domates, patlıcan, biber gibi sebzeler bulunuyor.
Fiyatlar da oldukça dikkat çekici:
• Kiraz: 500 TL
• Kayısı: 100–150 TL
• Ejder meyvesi: 400–500 TL (henüz tatmadım)
• Erik: 150 TL
• Patlıcan, biber, domates: 25–40 TL
• Üzüm: 100 TL’nin üzerinde
Bir eğitimci olarak gençlerle konuşmadan geçemedim. Edindiğim izlenim: Gençler karamsar ve umutsuz.
Üniversiteyi bitirenler iş bulamıyor, halen okuyanlar ise “Bitirsem ne olacak?” düşüncesinde.
Tatilin keyfini çıkarıp okula dinç dönme gibi bir modları yok.
Dedelerinin yazlıklarında bir hafta güneş, deniz ve kumla teselli bulmaya çalışıyorlar.
Ancak bu imkanlardan bile yoksun milyonlar olduğunu da farkındalar.
Emekliler deseniz, adeta “bir dokun bin ah işit” durumu.
Yazlıklarında oturuyorlar ama bırakın lüks yaşamayı, aidat ödemekte bile zorlanıyorlar.
Maaşların yetersizliğinden ciddi şekilde şikayetçiler.
“Tatildeyiz, biraz rahat edelim; kahvaltıyı falanca yerde, akşam yemeğini başka bir yerde yiyelim” düşüncesi çoktan bitmiş.
Haklılar da… Zira her bir yemek adeta bir gram altınla eşdeğer olmuş.
Bu arada belirtmeden geçmeyeyim:
Sahilin en ucuz meyvesi karpuz. 5–6 TL arasında satılıyor.
Emekliler üç harfli marketlerde hem serinliyorlar hem de ucuz ürünlerin peşindeler.
Hangi markette ne ucuzsa onu alıyorlar.
Poşete para vermemek için sebze-meyve reyonlarındaki ince poşetleri kullanıyorlar.
Bu yıl ülkenin birçok yerinde olduğu gibi Çukurova’da da don olayı yaşandı.
Narenciye ağaçları zarar görmüş.
Geçen yıl 5–10 TL’ye satılan limon, bu yıl 70–100 TL’ye çıkmış.
Ürün olmayan limon para ederken, karpuz gibi ürünler değer görmemiş.
Velhasıl, Çukurova çiftçisi de perişan ve dertli.
Peki, sahili ve denizi doyasıya yaşayanlar yok mu? Elbette var.
Özellikle Rus aileler…
Denize girip çıktıktan sonra şezlonglarda kitap okuyarak güneşleniyorlar.
Sakinlikleri, temizliklerine dikkat etmeleri ve kurallara uymaları oldukça hoşuma gitti.
Ben de kaldığım süre boyunca onlara uyum sağlamak istedim, kitap okumaya gayret ettim.
Bu noktada aklıma bir kıssa geldi:
Kurdun kuşun dilinden anlayan Süleyman Peygamber’in bir beldeden geçeceğini duyan yaşlı bir köpek, köydeki tüm köpekleri toplayıp “Sakın havlamayın, onu rahatsız etmeyin” diye tembihlemiş.
Süleyman Peygamber köyün başından girip sonundan çıkarken, son evin köpeği havlamış.
Diğer köpekler hemen etrafını sarmış:
“Bize havlama dedin, neden sen havladın?”
Yaşlı köpek cevap vermiş:
“Ben de havlamasaydım, köpekliğin şerefi elden gidecekti.”
İşte kitap okuma çabamı da biraz bu benzetmeyle değerlendiriyorum.
Sonuç olarak, bu yıl Çukurova’da gözlemlediğim tablo şu:
Emeklisi, öğrencisi, gençliği, çiftçisi…
Yani halkın tamamı karamsar.
Bu durumun çözümü, ülkeyi yönetenlerin sorumluluğundadır.
Hamasi duygularla, günübirlik ve geçici çözümlerle bu zorluklardan çıkmak mümkün değildir.
Berat Bakan’ın bir zamanlar dediği gibi:
“At izi, it izine karışmış.”
Görünen o ki işimiz artık Allah’a kalmış.
Sonumuz hayrola…
0 Yorum